İbn Rüşd'de İlahi Sıfatlar: İlim, İrade ve Kudret Örneği


Creative Commons License

KARAMAN H. (Yürütücü), KARADENİZ İ.

Yükseköğretim Kurumları Destekli Proje, 2020 - 2023

  • Proje Türü: Yükseköğretim Kurumları Destekli Proje
  • Başlama Tarihi: Aralık 2020
  • Bitiş Tarihi: Eylül 2023

Proje Özeti

İslam düşünce tarihinde kelamcılar, sûfîler ve filozofların hatırı sayılır düzeyde ilgilendikleri konulardan biri sıfatlardır. Tartışmanın temelinde tevhîd sıfatına sahip olan ilahın birden fazla sıfata sahip olmasının nasıl anlaşılması gerektiği yani zât-sıfat ilişkisi yatar. Tartışmanın bir tarafında Eş‘arî kelamcıların sıfatların zâttan ayrı olarak varlıklarını kabul eden gerçekçi/realist yaklaşımı, öte tarafta bunun mukabili olan ve zât-sıfatın aynı olduğunu savunan Mu‘tezile düşüncesinin adcılık/nominalist yaklaşımı vardır. İbn Rüşd ise her iki teoriyi tenkit eden tavrıyla üçüncü bir yaklaşım olan kavramcı/konseptüalist düşünce içerisinde konumlandırılabilir. Üç bölümden oluşan çalışmanın birinci bölümünde kavramsal çerçeve zât, isim, sıfat, hal, mana kavramları ve bunlar arasındaki ilişki ele alınmıştır. İkinci bölümde ilim, irade ve kudret sıfatları, kurgulandıkları alt problem ve tartışmalar etrafında tasvir edilir ve irtibatlı olduğu saha ve problemler tespit edilir. Önceki bölümde tespit edilen hususlar üzerinden din dili, dil felsefesi ve mantık disiplinlerinin bazı temel kavramlarının İbn Rüşd eliyle nasıl sıfatlar bahsine tatbik edildiği gösterilmeye çalışılmıştır. Çalışmada İbn Rüşd’ün ilim, irade ve kudret sıfatlarının tartışıldığı zeminlere işaret ettiği gösterilmiştir. O bir yerde sıfatların din dili bağlamında nasıl anlaşılması gerektiği konusuna eğilir. Başka bir yerde aklın ve dilin sınırlılığı üzerinden insanın sıfatları anlama imkânına odaklanır. İbn Rüşd bunu yaparken kendisinden önceki Eş‘arî ve Mu‘tezîle geleneği, benimsediği ve karşı çıktığı noktalarla kendi içerisinde tutarlı bir metodoloji içerisinde değerlendirir. İbn Rüşd’ün gâibin şâhide kıyası metodunu kullanmakla hata yaptıklarını söylediği düşünürler karşısında, insan ve ilah arasında müşterek olarak kullanılan sıfatları yorumlarken dile dayalı bir yaklaşımı savunduğu görülür. İbn Rüşd diğer birçok konuda olduğu gibi sıfatların anlaşılması ve yorumlanmasında da biri dinî diğeri felsefî iki farklı yol izler. Dinde ihtilaflı ve sonradan çıkma konular karşısında bir metot olarak Kur’an’ın zâhirine inanmayı öğütleyen zâhirî-teolojik bir yaklaşımı savunur. Felsefede ise Aristotelesçi düşünceye bağlı kalmadığını hatta onu tahrif ettiğini söylediği Fârâbî ve İbn Sînâ’nın yaklaşımlarını tenkit eder; Gazzâlî’nin ithamları çerçevesinde de zaman zaman sözkonusu Meşşâî filozofları savunur. İbn Rüşd’ün sıfatları yorumlama çabası içerisinde sıklıkla karşılan bir durum, Aristoteles’in mantık temelinde inşa ettiği epistemolojik metoduna olan bağlılığıdır. Sıfatlar gibi özel ve hassas bir konuyu mantık ilminin kavramlarına müracaatla izah etmesi bu bağlılığın boyutunu gösterir niteliktedir. Bunlardan en önemlisi hem lafızlar bahsinde hem de safsata türlerinde yer alan eşadlı/müşterek lafza sıfatlar konusunda sık sık başvurmasıdır. O sıfatların yanlış anlaşılmasının en önemli sebeplerinden biri olarak eşadlılık meselesine vurgu yapar. İbn Rüşd beş sanattan biri olan burhan metoduyla sıfatlara dair tartışmalı konuların ancak ehl-i burhan eliyle çözüleceğine işaret eden seçkinci bir tavrın savunucusudur. Diğer taraftan beş sanattan safsataya bahis açarak sıfatların anlaşılmasında Gazzâlî özelinde muhataplarını safsata yapmakla itham eder. Detaylara inildiğinde salt bir töhmet olmanın ötesinde İbn Rüşd’ün bu iddiası yerinde tespitlere dayanır. Nihai olarak İbn Rüşd kendisinden önceki gelenekten miras aldığı sıfatlar tartışmasına dil, mantık ve metodolojik açılardan tenkitler getirerek otantik bir yaklaşım sergiler. Yer yer perspektivizme kayan bir görüntü sergilemesinden kaynaklanan yaklaşım biçimi üzerindeki sis perdesi, metinlerinin satır araları dikkatle okunduğunda ancak ortadan kalkabilmektedir. Diğer bir ifadeyle sis perdesinin sebebi, sıfatlar bahsinde hem adsal/nominalist yaklaşımı destekleyen hem gerçekçi/realist yaklaşıma kayan yorumlar yapmasıdır. Nitekim bu durum İbn Rüşd’ün her iki yaklaşımın kendi içerisinde doğru olduğu şeklindeki bir perspektivizmi savunduğunu düşündürür. Ancak bu muğlak durum, metinlerine bütüncül bir şekilde bakıldığında ortadan kalkar. Çünkü İbn Rüşd’ün yaklaşımı kavramcı/konseptüalist teori içerisinde değerlendirilebilir.