6th Politics and International Relations Congress Karadeniz Technical University , Trabzon, Türkiye, 18 - 21 Ekim 2023, ss.37-38
Suriye’de
2011’in Mart ayında patlak veren iç çatışmalar Temmuz 2012’den itibaren bir
sivil savaşa dönüşmüştür. İşbu sivil savaş sadece ülke içerisindeki rejim
taraftarları ve muhalifleri değil hem bölgede yer alan diğer ülkeleri
(özellikle komşu ülkeleri) hem de küresel aktörleri harekete geçirerek, onları
bir nevi sivil savaşta taraf olmaya zorlamıştır. İran gibi bölge ülkeleri Esad
rejimi yanında yer alırken, Türkiye, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve
Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel ülkeler Suriyeli muhalifleri desteklemiş ve
onların politikalarına yön vermeye çalışmışlardır. Küresel ölçekte ise Çin ve
özellikle Rusya Esad rejiminin yanında yer alırken, Amerika Birleşik
Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler gerek eylemleri ve gerekse
söylemleriyle Suriyeli muhaliflere destek sağlamaya ve her şeyden önemlisi ise
ülkede rejim karşısında tutunabilecek tutarlı ve uyumlu bir muhalif grubun
ortaya çıkarılmasına dair politikalara destek vermişlerdir. 2012 yazından
itibaren Batılı ülkelerde ve özellikle ABD’de Suriyeli muhaliflerin
ideolojilerine dair tartışmalar su yüzüne çıkmaya başlamış ve bunun en önemli
nedenini ülkeye giriş yapmaya başlayan diğer İslamcı, aşırıcı, El Kaide
bağlantılı örgütler oluşturmuştur. Bu türden örgütlerin karışıklıktan
faydalanarak Suriye’de kendilerini konumlamaları, olası bir rejim
değişikliğinde rejimin elinde bulundurduğuna inanılan nükleer silahların
muhtemel akıbetini de tartışmaya açmıştır.
Bu
kapsamda, Suriye’de iç çatışmaların başladığı Mart 2011’den itibaren dönemin Amerika
Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama sık sık açıklamalar yapmış ve
özellikle Esad rejiminin elinde bulundurduğu iddia edilen kimyasal silahların
kullanımının ABD’nin Suriye’ye askeri bir müdahalede bulunması için kırmızı
çizgiyi oluşturduğunu vurgulamıştır. Bu türden bir açıklama Suriye’deki askeri
ve siyasi muhalifleri ve onları destekleyen Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi bölge ülkelerini ABD’nin olası bir askeri
müdahalesi konusunda beklentiye itmiştir. Suriye’ye muhtemel bir müdahale
konusunda kimyasal silahların rejim tarafından kullanımının kırmızı çizgi
olarak belirlenmesine rağmen, 21 Ağustos 2013 tarihinde Halep’in Ghouta
kentinde işbu silahlar sivil halka karşı kullanılmış ve Başkan Obama’nın
kırmızı çizgisi Esad rejimi tarafından test edilmiştir. Fakat ABD yönetimi
askeri bir müdahalede bulunmak yerine Suriye’deki kimyasal silahlar sorununa
diplomatik kanallar aracılığıyla ve özellikle Rusya ile işbirliği içerisinde
çözüm bulmaya çalışmıştır.
Buradan
hareketle çalışma, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasını bekleyen Türkiye,
Suudi Arabistan ve Katar gibi muhaliflerle birlikte hareket eden bölge
ülkelerini nasıl etkilediğini ve bölgede ne türden yeni gelişmelerin ortaya
çıkmasına sebep olduğunu sorgulamaktadır. Çalışmada metot olarak, Mart 2011 -
Ekim 2013 tarihleri arasındaki kilit gelişmelerin süreç analizi yapılmış, Obama
tarafından yapılan açıklamalar incelenmiş, gerekli literatür ve ABD’li düşünce
kuruluşları (think-tanks) tarafından yayımlanan raporlar analiz edilmiştir.
Elde
edilen bulgular, ABD’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasını bekleyen
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi Suriye sivil savaşında muhaliflerle
birlikte hareket eden bölge ülkelerinde ciddi bir hayal kırıklığı yarattığını
ortaya koymaktadır. Ayrıca, ABD’nin müdahale konusundaki isteksiz tavrı,
Rusya’nın tavrının netleşmesine ve 2015 Eylül’ünden itibaren IŞİD (Irak ve Şam
İslam Devleti) ile mücadele adı altında Suriye’ye girerek Esad rejimine ciddi
destek sağlamasına ve rejimin muhalefet karşısında güç kazanmasına ortam
hazırlamıştır.
Anahtar Kelimeler: Kimyasal Silahlar, Suriye Sivil Savaşı,
Kırmızı Çizgi, Bölgesel Aktörler, ABD’nin Suriye Politikası, Barack Obama