Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Boyutları ile Göç, Bursa, Türkiye, 26 - 27 Ekim 2016, ss.17-43
Arap Baharının Suriye’de de etkisini göstermesinden çok kısa bir süre
sonrasında Türkiye’ye gruplar halinde mülteciler gelmiştir. Hükümet
‘açık kapı’ politikası çerçevesinde can güvenliklerinin tehlike olduğu bu
insanları, sayısına bakmadan kabul etmiş ve gerekli insani yardımları
yerine getirmiştir. Ancak Birleşmiş Milletler’in Cenevre Sözleşmesi’nde
Türkiye’nin coğrafi şerh koşması nedeniyle (mülteci tanımlamasına
uymalarına karşın) Suriyeliler mülteci olarak kabul edilmemiş, iç hukukun
sağladığı ‘sığınmacı’ statüsü verilmiştir. Her ne kadar vatandaşlık hariç
mültecilik statüsünün verdiği diğer tüm imkânlar verilse de hem bunların
aşamalı olarak verilmesi hem de vatandaşlığın beş sene geçmesine
rağmen hâlâ verilmemiş olması, Suriyelilerin toplumsal entegrasyonunu
geciktirmektedir. Genç ve üretken nüfusa olan ihtiyaç ve Suriyelilerin
potansiyeliyle birlikte düşünüldüğünde, gerekli düzenlemelerin
yapılmaması durumunda büyük bir fırsat kaçırılacaktır.
Shortly after the Arab Spring had shown its influence in Syria, refugees
came to Turkey in groups. The government has accepted these people
without regard to the number of people whose life security is in danger
in the context of the ‘open door’ policy, and has fulfilled the necessary
humanitarian aid. However, because of the geographical commentary of
Turkey in the United Nations Geneva Convention, the Syrians were given
the status of ‘asylum seeker’, which was not recognized as a refugee but
provided by domestic law. Although all other means of giving the refugee
status except citizenship are given, it is delayed and the social integration
of the Syrians is delayed because they have been given gradually and
the citizenship has not been granted even after five years. Considering
the need for a young and productive population and the potential of the
Syrians, a great opportunity will be missed if necessary arrangements are
not made.